Brexit: Referandumun Kazananı Kim?

Brexit: Referandumun Kazananı Kim?

Avrupa bütünleşmesinin kalbinde en başından itibaren her zaman üç temel fikir yatar: birlikten gelen barış, güçlü ekonomik duruş ve herkese adaletle dağıtılmış refah.

Açık rekabet, refah ve ekonomik serbesti üzerine kurulan Avrupa, diğer tüm sektörlerde olduğu gibi gayrimenkul sektörüne de – bu üç ana fikirden güç alarak- elinden gelen desteği sağlayarak sektörün büyümesine ön ayak oluyor. Birden çok Avrupa ülkesine hizmet veren devasa lojistik merkezlerinden, ulusal sınırlar dışına çıkan gayrimenkul yatırımlarına, Avrupa idealinin ana motivasyonlarından biri olan ‘tek pazar’ anlayışı, zaman zaman aksamalara ve yavaşlamalara uğrasa da kıtanın bütüncül gayrimenkul yaklaşımını ortaya koyuyor.

Benzer şekilde finansal hizmetlerin ‘tek pazar’ anlayışıyla serbest bırakılmasının sonuçları Avrupa şehirlerinde birbiri ardına yükselen ofis ve gökdelenlerde gözlemlenebilirken, gelir adaletinin yarattığı Avrupa refahını şimdiye kadar talebi karşılamakta zorluk çekmeyen alışveriş merkezlerinin koridorlarında da hissedebilirsiniz.

Kısacası, sınırları yok eden ve uluslar üstü arz ve talep dengesini oluşturmuş Avrupa, 1958’de hayali kurulan tek pazar, tek toplum ve tek barış fikrini başarıyla uyguluyor. Şimdiye kadar herkesin kazandığı fikriyle onlarca ülkeyi bünyesinde toplayan Bütünleşik Avrupa ya da bilinen adıyla Avrupa Birliği, önümüzdeki Haziran kendi geleceğine karar veriyor. Birleşik Krallıkta yapılacak ve Krallığın Avrupa Birliği’ne üye kalıp kalmamasının oylanacağı referandum (Brexit), Avrupa Birliği’nin geleceğini belirleyecek gibi görünüyor.

Eğer Birleşik Krallık seçmenleri AB’den ayrılma yönünde oy verir ve karar bu yönde alınırsa, tüm sektörlerde olduğu gibi gayrimenkul sektörü de sınırların yeniden tanımlanmasından kaynaklanan kimi değişikliklerle yüz yüze kalacak.

Uzun dönemde, ülkenin yatırımcılar için cazibe merkezi olmaktan uzaklaşması ve gayrimenkul yatırımlarının duraksamaya uğraması kaçınılmaz bir gerçek.

Gayrimenkul sektörü açısından kısa dönemde yaşanacak değişiklikler ise daha çok Birleşik Krallığın yakın ticari partnerleriyle, daha da önemlisi coğrafik olarak ülkeye yakın olan partnerleriyle yaşanacak ekonomik daralmanın yaratacağı bir etki olacak.

Avrupa Birliği ekonomisi üzerine çalışan uzmanlar, olası Brexit’in en çok Fransa, Almanya, Hollanda ve İrlanda’yı etkileyeceğini öngörüyor. Genel olarak konuşacak olursak, Birleşik Krallık ile pozitif dış ticaret dengesi olan ülkelerde yaşanacak olan ani ve uzun dönemli ihracat düşüşü, yeni ticaret anlaşmaları yapılana kadar ekonomik daralmayı işaret ediyor.

Hizmet sektöründe yaşanacak olan değişimin dış ticarete oranla daha hızlı ve dramatik yaşanacağı ise uzmanlar tarafından değerlendirilen bir başka gerçek. Birleşik Krallığın AB’den ayrılmasıyla, ülkede hizmet veren yabancı finansal şirketler ve hizmet sektöründe çalışıp yurtdışında geniş müşteri ağına sahip şirketler, vergilendirmede yaşanacak artışlar sonrası ülkedeki operasyonlarını başka bir Avrupa Birliği ülkesine taşıma yönünde karar alabilir gibi görünüyor.

Yaşanacak değişimlere göre, Krallık ’tan Avrupa kıtasına taşınacak şirketlere ev sahipliği yapılabilecek. Londra’nın sahip olduğu ofis ve çalışan kapasitesine sahip sadece iki şehir var ki bunlar Paris ve Frankfurt. Her ne kadar bu iki şehir hem ofis alanı hem de eğitimli çalışan nüfusu sebebiyle cezbedici gelse de Fransa’da politik tartışmalara yol açan ve eleştirilen esneklikten uzak çalışma koşulları, sendikaların işveren üzerindeki etkisi ve katı bir şekilde denetlenen pazar, Londra’dan taşınacak olan şirketlerin yüksek verimliliklerine zarar verebilir olarak değerlendiriliyor.

Paris ve Frankfurt’a ek olarak, yaşanacak olası bir Brexit sonrası Amsterdam sahip olduğu güçlü finans sektörü, yüksek eğitimli çalışan gücü ve diğer pazarlarla olan güçlü bağlantılarıyla, Londra’yı terk edecek şirketlere ev sahipliği yapabilir üçüncü şehir olarak beliriyor.

Her ne kadar yukarıda bahsettiğimiz şehirler, yaşanası bir değişiklik sonrası Londra’yı terk edecek şirketlere kapılarını açabilecek olsa da, olası Brexit sonrası Avrupa Birliği’nin geleceği daha temel ve daha çok önem arz eden bir konu.

Avrupa’nın nüfus açısından en büyük üçüncü pazarının çok büyük ekonomik dalgalanmalara maruz kalmadan başarılı bir şekilde Avrupa Birliği’nden ayrılacak olması, Avrupa’da yaşanan mülteci krizi sonrası Avrupa Birliği karşıtı duruş takınan diğer ülkeleri de Birleşik Krallığın ayak izlerini izlemeye itebilir. Danimarka, Polonya, Macaristan, Slovakya ve Çekya gibi AB’ye karşı açık şekilde negatif tutum sergileyen ülkeler; Krallığın olası ‘birlikten çıkış’ını takip ederse AB’de yaşanacak değişiklikler sadece ekonomik değil politik boyutta da gerçekleşebilir. Artan politik risk ise hiç şüphesiz ki hem yatırımcılar için kıtayı güvensiz kılarken hem de herkesin kazanacağı fikri üzerine kurulan AB projesinin hiç bir kazanan olmadan sonlanmasına yol açacaktır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir