İstanbul Uluslararası Finans Merkezi’nin dünya ile rekabetine ‘Dubai modeli’!

İstanbul Uluslararası Finans Merkezi’nin dünya ile rekabetine ‘Dubai modeli’!

İstanbul Ataşehir’de Anadolu Otoyolu’nun kuzeyinde yer alan ve ‘İstanbul Finans Merkezi’ne dönüştürülmesi süreci 2008 yılında başlayan 2 milyon 766 bin metrekarelik alan; bugün BDDK, SPK, Merkez Bankası, Halk Bankası, Vakıf Bankası, Ziraat Bankası gibi birçok finans ve kamu kuruluşunun yer aldığı Türkiye’nin en önemli gayrimenkul projelerinden biri. Bölgenin orta vadede bölgesel ve uzun vadede ise küresel finans merkezi olması için uluslararası finans dünyasını farklı konularla cezbetmesi gerekiyor. Bu noktada Dubai Uluslararası Finans Merkezi’nin (DIFC) örnek bir model olarak alınması gerektiğini düşünüyorum. 2004 yılında toplam yaklaşık 450 bin metrekare alan üzerine kurulan DIFC, kendisini bir tarafta New York ve Londra diğer tarafta ise Hong Kong, Singapur ve Tokyo’da yoğunlaşan finans dünyasının tam ortasında ve alternatif finans merkezi olarak konumlandırıyor. Odak noktasında finans sektörü, sermaye piyasaları, sigorta ve benzer sektörler var. Kent meydanı, ofisler ve konutlar olarak 3 bölümden oluşan ve İFM örneğindeki gibi 7/24 yaşayan bir semt olarak kurgulanan DIFC; otel, restoran, yeme-içme dışında alış veriş olanakları sunuyor ve ayrıca sanat galerilerini barındırıyor. DIFC’nin toplam arsa alanı olarak İFM’nin neredeyse 1/5’i olması dikkat çekiyor. Veri merkezi gibi şirketlerin faydalanabileceği alt yapılar sağlanıyor fakat asıl fark yaratan ve yakın bölgenin gerçek finans merkezi alternatifi olarak kılan konular farklı. Bu farklılıkları şöyle sıralayabiliriz:

Vergi ve hukuk sistemindeki avantaj cezbedici

İlk etapta Dubai Finans Merkezi’nde faaliyet gösteren tüm şirketlere ciddi vergi avantajları sağlanıyor, şirketler gelir vergisinden muaf oluyor. Bu, uluslararası şirketler için önemli bir unsur ve bölgesel üs olarak kullanma konusunda ciddi bir teşviktir. Finansal avantajlar dışında DIFC’deki bir diğer ayrıcalık da, özel kamu hizmet birimleri ve hızlandırılmış bürokratik işlemler sayesinde yabancı çalışanlara hızlandırılmış vize veya kolaylaştırılmış şirket kuruluş süreçleri sunması. Bunların yanında DIFC’nin uluslararası şirketlere anlam ifade eden en önemli avantajı, hukuki altyapısıdır. DIFC’de Birleşmiş Arap Emirlikleri’nin hukuk sisteminden bağımsız olarak Anglosakson hukuk sistemine dayanarak yeni uluslararası hukuk modeli kurulup uygulanmaktadır. Bu hukuk sistemi kapsamında DIFC’ye özel ticaret, yatırım, veri güvenliği, iflas, islami finans vb konular ile ilgili kanun ve düzenlemeler mevcut. DIFC’de mevzuatın yanı sıra ayrıca bağımsız tahkim mahkemeleri de bulunuyor. Bu mahkemeler Londra Uluslararası Tahkim Mahkemesi modeline uygun şekilde kuruluyor ve hakimler İngiltere, Singapur ve Hong Kong’dan atanıyor.

İFM orta vadede büyük fırsat barındırıyor

Zaman zaman kamuoyunda İstanbul’da bir finans merkezine gerek olmadığı veya yapılan ofislerin ihtiyaç fazlası olacağı yönünde ortaya çıkan görüşlere katılmıyorum. Gelecek ofis arzı, her geçen gün artan talep ve İFM’nin gerçek uluslararası finans merkezine dönüşmesini göz önünde bulundurduğumuzda bu bakış açısına katılmak pek mümkün değil. İFM’de bulunan ofis binalarının zaten bugünden büyük ölçekte kullanıcıları belli ve kalan alanların proje bittiğinde uzun süre boş kalması söz konusu olmayacaktır. Tersine İFM’nin orta vadede İstanbul ve Türkiye için çok önemli fırsatları doğuracağına inanıyorum. Bununla birlikte İFM’nin gerçek anlamda uluslararası finans merkezi olması durumunda mevcut yapı ve kurgunun talebi karşılamayıp yetersiz kalacağı kanaatindeyim.

Tuğra Gönden

Cushman & Wakefield

Yönetici Ortak

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir