Kentlerin İklimlendirilmesinde Teknoloji

Kentlerin İklimlendirilmesinde Teknoloji

“İnsanlar kışın evlerini ısıtabiliyorsa, neden yazın soğutamasınlar?”

Graham Bell’in sorduğu bu basit sorudan ilham alarak geliştirilen yapay iklimlendirme teknolojileri, mimar ve gayrimenkul geliştiricilerinin 20’nci yüzyılda kapalı alanlara yaklaşımını dramatik bir şekilde değiştirdi ve başta ABD olmak üzere tüm dünyada yeni mimari formların oluşmasına yol açtı. İki katlı banliyö evlerinden gökdelenlere, küçük atölyelerden yüksek teknolojiye sahip üretim tesislerine, kapalı eğlence parklarından alışveriş merkezlerine akla gelebilecek kapalı her alanda yapay iklimler yaratıldı ve coğrafi değişiklikler çevresel bağlamda “anlamsız” hale geldi. İnsanın doğayla olan ilişkisi köklü biçimde değişti. Çalışmak, eğlenmek, dinlenmek, spor yapmak gibi iç mekan aktivitelerini tüm yıla yayarak mevsimsel koşullardan bağımsız bir ortam yaratan iklimlendirme teknolojileri, hiç şüphesiz en büyük değişikliği kent kültürü ve mimarisinde gösterdi.

Yapay iklimlendirme teknolojilerinden önce kapalı mekanlarda düzenlendiği için rağbet görmeyen sinema, tiyatro ve konser gibi kültürel etkinlikler toplumsal birer alışkanlığa dönüştü. Kendi iklimini oluşturan ofislerde ise daha yüksek verimliliğe ulaşılarak üretim kalitesinde artış sağlandı. 1901 yılında NYSE binasında başlayan ofis binalarındaki iklimlendirme sistemleri kullanımı, geleneksel konstrüksiyon kuralları ile ısıtma ve soğutma yöntemlerinden kurtulmanın birer simgesi haline gelerek mimarlara rüzgâr akışlarından bağımsız, doğal havalandırmayı sağlayacak limitli tasarım modellerine ihtiyaç duymaksızın tasarım yapabilme imkanı sağladı.Tamamen yapay iklimlendirmeyle hayat bulan ve hava akımı sağlamak için pencereye ihtiyaç duymayan cam gökdelenler için yükseklik limit ortadan kalktı. Gökdelenlerin inşa edileceği alanlarla ilgili olarak tasarımsal sınırlamalar ise pratikte kaybolmuş oldu. Dahası kurak ve sıcak bölgeler, hatta çöller, kentsel yerleşim alanları haline gelerek hava durumunun belirlediği döngüsel sezonlara bağlı kalmaksızın dünyanın en yüksek gökdelenlerine ev sahipliği yapma fırsatı buldu. Gökdelen mimarisinin çıkış noktası olan Amerika Birleşik Devletleri’nde daha önce neredeyse hiçbir yerleşimin olmadığı Houston, Phoenix, Las Vegas ve Miami gibi kentler endüstriyel gelişim göstermeye başlarken, Arap Yarımadası’nda çölün içindeki küçük balıkçı kasabaları olan Dubai, Doha veya Abu Dabi bölgenin mimari geleneğine meydan okuyan ihtişamlı projelerine kavuştu.

Günümüzdeyse iklimlendirme teknolojileri, artık sadece kapalı mekanlarla ilgilenen bir alan olmanın dışında, meteorolojik manipülasyon yapabilecek seviyeye geldi. Büyük alanlarda kullanılmak için henüz oldukça pahalı olan teknikler sayesinde hava durumunu gerçek anlamda kontrol etmek mümkün kılınıyor. Örneğin Meksika ve Amerika’da üretim yapan kimi otomobil markaları, üretim bandından çıktıktan sonra sevkiyat için açık alanda bekleyen araçlarını olası bir hasardan korumak için fırtına bulutlarının içine yüksek ses çıkararak dolu oluşumunu engelleyen ‘dolu bombaları’ gönderiyor. Ya da çiftçiler ürünlerinin dolu tarafından zarar görmesini engellemek için yine aynı yönteme başvuruyor.

Peki daha geniş alanlarda etkili iklim manipülasyonu mümkün mü? İç mekanlarda çözülen iklimlendirme sorunları dış mekanlarda da çözüme yakın mı? Bu sorulara verilecek cevap, hangi açıdan baktığımıza bağlı olarak değişiyor . Eğer dış mekanlarda geçici olarak iklim manipülasyonundan bahsediyorsak yanıt “evet” olurdu. Aşırı sıcak günlerde havayı serinletmek için yapay olarak yağmur başlatmak, havalimanları çevresinde oluşan sisi yapay iklimlendirme çözümleriyle dağıtmak, kurak geçen bir yazda ekinleri korumak veya çölleşmeyle mücadele etmek için kent içindeki yapay ormanlara uygun insan yapımı iklimlendirmeler yaratmak, geçici olarak yapılan iklimlendirme manipülasyonlarının başında geliyor. ‘Bulut tohumlama’ adı yerilen ve havadaki nem oranına müdahale etmeyi hedefleyen yöntemlerle geliştirilen teknoloji ise hali hazırda 50’den fazla ülke tarafından kullanılıyor.

İnsan eliyle yapılan dış mekan iklimlendirmelerinin geçici olduğunu göz önünde bulundurursak gerçek anlamda iklim manipülasyonundan ve dış mekan iklimlendirme sorunlarının çözüldüğünden bahsetmek pek mümkün değil. Hava durumunu düzenlemeye çalışmanın sadece kuraklığın belirtilerini ortadan kaldırmaya çalışmak olduğu, bu duruma sebep olan asıl unsurlara bu yöntemlerle müdahale edilmediği bir gerçek. Şimdiye dek çok az sayıda ve küçük çaplı deneyler olarak adlandırılabilecek boyutta yapılan kent iklimlendirmeleri, çözüm olarak görülmek için çok erken safhada. Dahası; kentlerin karbon salınımını düşürmeksizin doğa olaylarına müdahale ederek küresel ısınmanın yansımaları olan bu sorunlara çözüm yaratmaya çalışmak, bilimin ön gördüğü tüm gerçekleri görmezden gelmek demek…

Bilim insanları tarafından tartışmaya açılan ve şimdiye kadar yapılan en büyük iklim manipülasyonu fikri olan Harvard Üniversitesi liderliğinde gerçekleştirilen proje, belki de bu etik probleme cevap olabilecek ve küresel ısınmanın yarattığı iklim problemlerini ortadan kaldırmayı hedefleyen sayılı projelerden biri. Atmosferden karbonu azaltmayı ve stratosferdeki bulutları etkileyerek güneş ışınlarını uzaya geri göndermeyi hedefleyen bilim insanları, stratosferi düzenleyerek güneş ışığının dünyadan tekrar uzaya yansıması üzerinde çalışıyor. Stratosfere uçaklardan sülfür gibi parçacıklar atarak, bunların aerosole dönüşmesini hedefleyen ve MIT’in de desteklediği küresel boyuttaki bu yapay iklimlendirme projesi, çoğu bilim insanı tarafından da küresel ısınmanın önüne geçmek ve dünyada yaşanan ısınmayı durdurmak için ilk atılacak adım olarak görülüyor…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir