Ofis Tasarımında Biyofilik Yaklaşım

Ofis Tasarımında Biyofilik Yaklaşım

İnsan genetik olarak çevresindeki etmenlere bağlı tepki geliştirerek hayatını sürdürmeye programlanmış bir yapıda çalışır. Günlük hayatın neredeyse tamamını açık alanlardan ziyade iç mekanlarda geçiren günümüz insanının genetik koduna aykırı olan bu durumun hayat tarzı ve kalitesi üstündeki etkisini ise görmemek imkansız.

İnsan gelişiminin büyük bir kısmının doğal etmenlere karşı davranış geliştirerek şekillenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Diğer bir yandan artan kentleşme oranlarının ve modernlik algısının yapılı çevredeki bir yansımasının da doğadan kopuş olarak karşımıza çıktığı ciddi bir süreç yaşamaktayız.

Bu noktada doğal elemanlar oldukları gibi korunamazmış ve insan eliyle işlenip değiştirilmesi gereken şeylermiş gibi algılanıyor ki problemin çıkış kaynağı tam da burası.

Teknoloji ve endüstri ile donanmış kentsel yaşam alanlarımızda doğayla olan bu temel bağlantının kopması; birçok kişide kronik hastalıklar, depresyon ve motivasyonsuzluk gibi birbirinden farklı sorunlara neden oluyor. Üstelik bunu şu an bir tespit olarak tanımlamak bile aslında eskimiş bir yaklaşım çünkü bu çoğumuzun birebir olarak tecrübe ettiği bir durum.

Artan kentleşme oranlarının doğal dünya ile olan bağlantıyı ne kadar etkilediğini gözlemleyen Amerikalı psikolog Edward O.Wilson tarafından 1980’lerde yaygınlaştırılan bir terim olarak hayatımıza giren biyofili aslen ‘biophilia’ kavramından geliyor.

Yaşadığımız çevre-doğa ilişkisini güçlendirmeyi ve bu sorunları ortadan kaldırarak insanın hayat kalitesi arttırmayı hedefleyen biyofilik yaklaşım; doğanın iç mekana veya mimari tasarıma entegre edilerek negatif etkilerin önüne geçilebilmesi adına çok katmanlı bir teori olarak karşımıza çıkıyor. Bir başka deyişle bu kavramı yapılı çevrenin arasına doğanın sızabildiği yöntemler olarak düşünebiliriz.

Google ve Facebook gibi firmaların ofis ortamını geliştirip, ofis tasarımlarına yeni bir dil getirerek çalışanlarını mutlu etme çabası; geçtiğimiz aylarda Amazon’un Seattle’da Küreler ( The Spheres) adı verilen yağmur ormanı konseptli ofisini açmasıyla yeni bir boyut kazandı. 400 farklı türden 40 bin bitkinin bulunduğu, 30 metre yüksekliğinde ve 800 kişi kapasiteli bu avangart ofis “küre’’leri, Amazon çalışanlarına yeşillikler içinde bir çalışma ayrıcalığı sunuyor (Amazon’s Spheres internet sitesi için buraya tıklayabilirsiniz).

1200px-Amazon_Spheres_from_6th_Avenue,_March_2017

Ofislerde gün geçtikçe daha sık karşılaştığımız biyofilik tasarım akla ilk gelenin aksine pek tabi ofis ortamına bitki yerleştirmek anlamına gelmiyor. Temel prensip, dışarıyı içeri taşıyarak, çalışanlara tüm gün steril bir kutunun içinde çalıştığı hissinden uzaklaştırmak.

Biyofilik yaklaşımda en önemli kriterlerden biri alışık olduğumuz tasarım kriterlerinden biri olan gün ışığı. Çalışanların mutluluğu ve motivasyonu için çalışma alanlarının gün ışığı alması gerektiğine vurgu yapan ‘Human Space Report’; EMEA bölgesindeki çalışanların %30’unun hala gün ışığına direk erişimi olmadan çalıştığını ortaya koyuyor. Rapor bu durumun iyileştirilmesinin çalışanların hastalık izinlerinde azalma ve enerji seviyelerinde artışı sağladığını da örneklerle kanıtlıyor.

f1f0a5e4e46e270903e31d77c8ade2fb

Bu tasarım yaklaşımında ışık kadar çalışma alanlarının dışarıyla ilişkisinin nasıl tanımlandığı da oldukça önem taşıyor. Camdan bakıldığında komşu bir binayı görmenin etkisiyle, yeşil bir alanı veya denizi görmenin yarattığı verimlilik ise farklılık gösteriyor. Çalışma alanlarının, bu durum dikkate alınarak kat içinde konumlandırılıyor olması, hatta ofis binasının belki bu konuya dikkat edilerek seçilmesi yine biyofilik yaklaşım örneği olarak uygulanan yöntemlerden biri.

Dış dünyayla kurduğunuz görsel ilişki kadar ona ulaşım da bir diğer tasarım kaygısı olarak karşımıza çıkıyor. Ofisten ulaşılan bir bahçe, teras veya balkonlar aracılığıyla çalışanlara gün ışığı ve havayı doğrudan teneffüs etme imkanı vermek, özellikle büyük şehirlerde bir lüks haline gelmiş olsa da gitgide güçlenen “Biyofilik” yaklaşım, yeni ofislerin tasarımında önem verilen bir kriter olarak hayatımızda daha çok yer almaya başlayabilir.

Biyofilik yaklaşımın en sık karşılaştığımız bir diğer örneğini bitiş malzemelerinde görüyoruz. Doğayı çağrıştıran, hatta doğayı taklit eden desenlerde halılar, bu yeni tasarım yaklaşımıyla iç mekana biyofilik bir etki taşımaya çalışan güçlü bir malzeme haline geldi.

Duvarlara yerleştirilen mumyalanmış ya da canlı bitkiler ile benzer etkiyi yaratmayı amaçlayan floral grafik çalışmaları ise yine en sık görülen uygulamalardan bir diğeri. Bu tip uygulamalar konsept bütünlüğünden uzak olarak çoğu zaman noktasal müdahaleler olarak karşımıza çıksa da “hiç yoktan iyi” denebilir. Bitkiler kadar yaygın olmayan, işlenmemiş havası yaratan malzemelerle oluşturulan duvarlar da ofis ortamına yeni giriş yapan unsurlardan biri.

Tüm bu uygulamaların ofiste geçirilen zamanı daha keyifli hale getiriyor olduğu şüphesiz… Bununla birlikte biyofilik tasarımın doğanın kötü bir taklidi veya bir “süs” haline gelmemesine çok dikkat edilmeli.

Kıvılcım Dişli
Specialist, Project & Development Services

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir